Keşke daha az konuşsak

23 Ocak 2013 0 Yazar: Musa Savaş

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Tayfun Acarer geçtiğimiz günlerde yine bazı açıklamalar yapmış. Söylediklerini şöyle bir değerlendireceğiz…

İlk dikkatimiz çeken “Abone başına aylık konuşma süresinde Fransa’yı geçtik, birinci olacağız.” açıklaması. 2011’de 261 dakika olan aylık abone başı konuşma süremiz 2012’nin ikinci çeyreğinde 271 dakikaya yükselmiş. Birinci olan Fransa’nın 279 dakikaymış. Görünüşe göre yıl sonuna kadar Fransa’yı geçecekmişiz. Bu açıklamayı yaptığı ortamda hangi ruh haliyle söyledi ve ne yorum yaptı bilmiyorum. Fakat medyadan takip ettiğim kadarıyla bu övünülecek bir olgu olarak söylenmiş. Şayet böyle ise “Vah benim ülkem!” Yani anlayacağınız gevezelikte Avrupa birincisi olacağız. Hem de tescilli.

Her şeyi bir kenara bırakında düşünün. Kim çok konuşur? Cevabı  siz kendiniz verin. Fakat ben bazı gözlemlerimi anlatayım. Vergi dairesine gidiyorum işlemimi yapan memur omuzuyla kulağı arasına sıkıştırmış cep telefonu habire konuşuyor. Benden önceki iki kişinin işini yaptı sonrasında benim işimi yaptı ama hala konuşuyor. Gayri ihtiyari kulak kabartıyorsunuz. Ya sevgilisi ya da eşiyle kaba tabirle “geyik çeviriyor”. İstanbul’un belli noktalarında güvenlik gerekçesi ile toplu olarak bir miktar polis bulunduruluyor. Otobüslerin içinde resmen perişan ediliyor gencecik polisler. Fakat gördüğüm kadarıyla onlar şikayetçi değil. Çünkü hepsi kulağına yapıştırmış cep telefonunu birileriyle konuşuyor. Hangi devlet kurumuna giderseniz gidin memurlarımız konuşma konusunda Maaşallah çok gayretliler. Fakat işini yapmaları gereken insanla değil telefondaki her kimse onunla konuşma konusunda çok azimliler. Sözün kısası biz milletçe gevezeyiz. Habire konuşuyoruz. Fakat gördüğüm kadarıyla boş konuşuyoruz. Özellikle operatörlerin milleti konuşmaya sevk eden tarifeleri insanların canına minnet. Şayet konuştuğumuz kadar iş üretiyorsak “aferin bize”. Tersi ise “yuh olsun bize”. Bu konuşma süresinin ne kadarını işe yarar olduğunu da tespit edebiliyor muyuz Sayın Acarer?

Dikkatimizi çeken diğer bir açıklaması ise “baz istasyonlarının zararlı olmadığı” şeklindeydi. İşte burada biraz duralım. Bildiğim kadarıyla da üçlü kararname ile atandınız. Bu şu demek; Sayın Tayfun Acarer siz bir bürokratsınız. Dolayısı ile sadece başında bulunduğunuz kurumun faaliyetleri ile yetkili ve sorumlusunuz. Siz kurumunuzun faaliyet alanındaki özel veya kamu diğer şirket veya kuruluşları dinleyerek hükümetin koyduğu hedefler doğrultusunda halkın yararını da gözeterek gerekli düzenlemeleri yapmakla yükümlüsünüz. Yani kuralları koyar sonra bunları denetlersiniz. Bir bakıma sorumlu olduğunuz sektörün hakemi konumundasınız. Tek baz almanız gereken konu ise devletin ve halkın çıkarı.

Somut bir örnek vereyim. Baz istasyonlarının zararlı olup olmadığını araştırmak sizin göreviniz. Bunun sonuçlarını açıklamakta sizin göreviniz. Fakat bu sonuçları yorumlamak bence sizin göreviniz değil. Yani çıkıp derseniz “Baz istasyonları zararlı değildir.” ben de size derim ki “Orada durun!”. Sonuçları yorumlamak uzmanların ve siyasilerin işidir. Yani sizin bu somut örnekteki konuyla ilgili araştırmanızın sonucunu yorumlaması gereken kişi Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’dır. Çünkü Sayın Yıldırım siyasetçidir, bakandır ve yaptığı her türlü açıklamanın sonucunu seçimle göze alabilen birisidir. Seçimde kaybettiği zaman Binali Yıldırım normal vatandaştır artık. Siz ise sadece bürokratsınız. Atanmış birisiniz. Yaptığınız yorumun doğru çıkmaması halinde size faturayı kim kesecek. En fazla o görevden alınır başka bir göreve verilirsiniz.

Derdimi daha iyi anlatabilmek için geçmişten tatsız bir örnek vereyim. Meşhur Çernobil faciasından sonra “Çayda radyasyon yoktur.”  diyen dönemin ilgili bakanı bunun karşılığını halk nezdinde görmüştür. Ayrıca yakalandığı hastalık ise ayrı  bir tartışma konusudur. Allah rahmet eylesin.

Molla Kasım’ın sizi hesaba çekmesini istemiyorsanız Derviş  Yunus’un dediği gibi “…sen bu sözü eğri büğrü söyleme”. Sözün özü şudur. Sayın Acarer, sonuç açıklama ile yorum yapma arasındaki ince çizgiye dikkat edin.

(Bu yazının bir kısmı 12 Ağustos 2012 tarihli Para dergisinde yayınlanmıştır.)