Türkiye’nin 2000 Vizyonu
Bu sayıyı aylar öncesinden planlamıştık. Ağustos sayısını sizlere sunduktan sonra Eylül sayısına yumulmuştuk. Hummalı bir çalışma içindeydik ve her şey çok güzel başlamıştı. Bunun üzerine bir de Temmuz satışlarının tahminimizin üstünde iyi gelmesi de eklenince resmen keyiften dört köşe olmuştuk. Yaptığımız planlar adım adım gerçekleşiyor ve hedeflerimize biraz daha yaklaşıyorduk. PC World’ü yalnız bırakmamak için kardeş yayınlar planlamıştık ve onlarında resmileşmesi Temmuz ayının sonunda olmuştu. PC World’ün kardeş yayını olan ve Bilişim sektörünün yöneticilerine ücretsiz olarak gidecek olan Computerworld’ü ve tüm dünyadaki oyun meraklılarının başvuru kaynağı olan GamePro dergisini de bünyemize katmıştık. Bu dergilerde çalışacak yeni arkadaşlarımızda aramıza katılmaya başlamış ve kadromuz göz kamaştıracak kadar büyümüştü.
Eylül ayı için planlarımız şöyleydi. 60.000 basacaktık. Dergimizin yanına 3 CD koyacaktık ve bunlardan biri bizim her ay verdiğimiz CD Magazine, diğer 2 CD ise Video CD olacak. Yani bir sinema filminin tamamını verecektik. Bir de kitapçığımız olacaktı. Tüm bunların yanında dergimiz de en az 300 sayfa olacaktı.
Peki bu planlarımızın ne kadarını gerçekleştirebildik. Öncelikle vermeyi düşündüğümüz 3 CD konusundan bahsedeyim. Arkadaşlarımla uzun süren tartışmalardan sonra 2 CD de karar kıldık. Çünkü arkadaşlarımız dergimizin anlamsız bir şekilde satışlarının şişmesini istemiyorlardı. Ne demek şimdi bu dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ben de şöyle bir açıklama getireyim. Hepinizin de bildiği gibi Beyazıt ve Sirkeci de ki kaldırım tezgahlarından istediğiniz filmin veya oyunun CD’sini 2 milyon liradan başlayan fiyatlarla alabiliyorsunuz. Tabii ki bu oyun ve filmler tamamen korsan. Yani kopya yazılım. Dolayısıyla bizim telifini ödeyerek aldığımız filmlerin bu tezgahlara düşmesini istemiyorlardı. Çünkü dergimiz 1.750.000 TL’ye satılıyordu. Bu tezgahlarda iş yapanlar dergimizi yüksek adetlerde alarak film CD’lerimizi tezgahlarına koyup örneğin 2.500.000 TL’den satabilirlerdi. Bunu fark edemeyebilirdik. En sonunda şöyle bir çözüm bulduk. 2 CD verecektik. Biri Video CD olacaktı ve filmin devamı bizim her ay düzenli verdiğimiz CD Magazine’nin içinde olacaktı. Dolayısıyla bu uygulamaya gittik.
Kitapçığımızı Word2000 olarak planlamıştık ve bunu gerçekleştirdik. Dergimiz kapakları hariç 304 sayfa oldu, yani 300 sayfayı geçtik. Geriye dergimizi 60.000 basmak kalmıştı. Baskıya girdik ve derken tüm ülkenin hayatını karartan olay gerçekleşti.
Ülkemizin ekonomik düzeyi en yüksek yeri olan Marmara bölgesi 7.1 şiddetinde bir depremle sarsılmıştı. Deprem sabaha doğru saat 15:02’de olmuş ve herkes sokakta sabahlamıştı. Bu yazının kaleme alındığı günlerde depremin şoku hala devam ediyordu. Depremin yaptığı etkinin büyüklüğünün ortaya çıkması çok sürmedi. Herkes şoktaydı. Fakat arkadaşlarımın büyük çoğunluğu işinin başındaydı. Öğleye doğru matbaamız bizi aradı. Dergiyi basmaya devam edip etmeyeceğimizi ve devam edeceksek de basacağımız adette bir azaltma yapıp yapmayacağımız sordu. Bizim ilk bildirdiğimiz rakamda bir değişiklik olmadığını söyledik ve formalarımızı göndermeye devam edeceğimizi de bildirdik.
Bu ne ketumluk? Bu ne soğukkanlılık? Diyebilirsiniz. Çünkü arkadaşlarımdan da bu şekilde tepki gösteren oldu. Fakat şunu unutmayalım. Biz her ne kadar bir sektöre yayın yapıyorsak da özde gazeteciyiz. İnsanlara haber ve bilgi aktarmakla yükümlüyüz. Bir yakınımızı kaybetmiş bile olsak geride kalanlar için hayat devam ediyor. Geride kalanlar için görevimizi eksiksiz yapmak zorundayız.
Yaşadığımız ülkeyi okyanustaki bir yelkenli gemiye benzetelim ve bizlerde bu gemide çalışan birer tayfayız diyelim. Rutin seyir halinde herkes üstüne düşeni yapıyor farz edelim. Tabii ki kaytaranlar olacaktır. Onların her ortamda bahanesi hazırdır. Ve… Gemimiz bir fırtınaya yakalandı. Büyük dalgalar gemimizi bir kibrit kutusu gibi salladı geçti. Bu fırtına esnasında bazı tayfaları kaybedebiliriz. Fakat geride kalanlar gemide her şey yoluna girene kadar canla başla çalışmak zorundadırlar. Hatta normal zamanlardakinin 5 katı performansla çalışmak zorunda bile kalabilirler. Bilmem anlatabildim mi?
İlerleyen saatlerde depremin yol açtığı yıkım daha bir ortaya çıktı. Resmen “Milli Felaket”ti. Binlerce insan hayatını kaybetmişti. Yazıyı kaleme alırken sayı 10 dakika da bir artıyordu. Hayatını kaybedenlere Allah’tan Rahmet geride kalanlara da baş sağlığı diliyorum. Bu “Milli Felaket” gerçekleştikten sonra gönül isterdi ki Ankara’da bizi yönettiklerini sananlar tulumlarını (şayet varsa ve ne olduğunu biliyorlarsa) giyinsinler ve kurtarma faaliyetlerine öncülük etsinler. Fakat halkına uzak yaşayan Ankara’dakilerden bunu beklemenin dünyanın tersine dönmesiyle eşdeğer olduğunu bir kez daha anladım. Bu ülkeyi 60 yaşına kadar çalıştırmak için kendisinin 42 yaşında emekli olmasını gözardı edip kanal kanal gezerek ahkam kesen zat-ı muhteremler depremde en büyük darbeyi yiyen kendi memleketine depremden sonra gitti mi acaba?
Yazarımız Hakkı Abi’ye yarı kamu bir kurumda bilgi işlemci olarak çalışan bir arkadaşımız depremden sonra şöyle bir e-mail atmış: “Eşşek gibi çalış, deli gibi vergi öde, böcek gibi öl. İşte Türkiye’nin 2000 vizyonu.”
Kalemine sağlık, fazla söze ne gerek var.
(Bu yazı 19 Ağustos 1999 tarihinde yazılmış ve bir kısmı PC World dergisinin Eylül 1999 sayısında Editörden köşesinde yayınlanmıştır.)