İlkbaharın ilk ayının ikinci yarısıdır. Uzmanlar bu mevsimde ani kararlar vermeyin deselerde siz kararınızı çok önceden vermişsinizdir. Sadece planladığınız zaman bu aydır. Ve… İki adımdan oluşan kararınızın ilkini gerçekleştirir gider alınması gerekeni alırsınız.
Yalnızlık…
Büyük hayallerinizi küçük insanlarla ziyan etmişsinizdir hep. Sevdikleriniz öyle bir hale getirmiştirki sizi, artık kendinizden bile nefret edersiniz. Yorgunsunuzdur… İçinizde büyük büyük ağlamak vardır. Oturup bir duvar dibine, hem dünyaya, hem bütün insanlara, en içten halinizle doya doya ağlamak istersiniz. Derken… Yalnızlığınız insanlarla doluyken, karşılaşırsınız onunla. Önce susarsınız. Çünkü, suskunluğunuzun sesini duyacak yürek var mıdır onda? Bunu anlamak istersiniz.
Düşman…
Hayat boş anınızı kollayan düşman gibidir bazen. O boşluğunuzu yakaladığı an, öyle insafsız davranır ki… Yüreğinizi kan revan içinde bırakır. Çünkü yeniden doğmanıza sebep olan aşkın içine atmıştır sizi ve elinizi kolunuzu bağlamıştır… Ne kadar karşı koyarsanız koyun, sizi sevdanın tam ortasına acımasızca bırakmıştır.
Koşulsuz…
Aşkınızı ona koşulsuz sunarsınız. Fakat o bunu anlamaz. Yaptıklarıyla ihanet eder size ve aşkınıza. Oysa bilse ihanetin bir insanlık suçu olduğunu… Ve bilse… İhanet ile intikamın komşu olduklarını… Komşu komşunun kapısını birgün mutlaka çalar.
Çağırır…
Uzak yerlerden bir şeyler çağırmıştır sizi… Nedir?.. Kimdir?.. Nasıldır?.. Bilemezsiniz… Çağıran şehir midir?.. Dağ mıdır?.. Deniz midir?… Kalp midir?.. Yoksa, ölüm müdür?.. Bildiğiniz tek şey gitmeniz gerektiğidir. Gideceğiniz yerde size ait bir şeyler vardır. Hissedersiniz bunu… Fakat… Adını koyamazsınız.
Gitmiştir…
Yeryüzü artık size dar gelir. Yokluğunun verdiği azap gitgide büyür ve dayanılmazdır. Kalbiniz savaştan yeni çıkmış gibidir. Yorgun, bitkin, zayıf ve kan içinde… Çünkü, O gitmiştir… Gitmesiyle birlikte yaşamınız durmuş, kalbiniz donmuş, hayatınız tam bir sessizliğe gömülmüştür…
Ararsınız…
Gündelik hayat içinde sebepsiz gülüşlerinizin failini ararsınız hep. Kah kırılıp, dökülürsünüz; kah yok olup, dirilirsiniz. Herkes gibi mutlu bir son değil, ‘son’suzluk istersiniz. Anlaşmadan ölmeyeceğiniz ‘O’nu arar durursunuz.
Ansızın…
Hani derler ya… Ansızın… Hiç hesapta yokken… Birden… Biri girer hayatına. O’nun kokusuyla uyuyup, O’nun sesiyle uyanmak istersin. Bunun olması içinde her şeyini verirsin.
Gerçi başlangıçta biraz korkarsın. O yüzden önce umursamaz ve yanında istemezsin. Çünkü her gelen biraz daha çok acıtıp gitmiştir canınızı.
Tüm insanlar gibi sizinde en iyi tanıdığınız şeydir yalnızlık. Derken biri çıkar karşınıza. Tüm dengeniz bozulur. Işığa kavuşmak isteyen kelebekler gibi onu güneşiniz sanır çevresinde pervane olursunuz. Kaderinizin değiştiğini, artık yalnız olmayacağınızı, mutluluğa hazır olduğunuzu düşünürsünüz. Hatta düşünmekle de kalmaz, inanırsınız. Ve… Bırakırsınız kendinizi aşk girdabına… Renklerin pastel değil daha fosforlu olduğunu, güneşin sadece bedeninizi ısıtmadığını, yağmurda şemsiyesiz gezmenin ne kadar güzel olduğunu, kartopu oynamanın başka bir keyif olduğunu öğrenirsiniz… Değiştiğinizi düşünürsünüz. Oysa değişmemişsinizdir. Sadece kendiniz olmuşsunuzdur. Çünkü; aşık olmak, kendin olmaktır.
Yeni bir söz söylemek ne zaman zordur hiç düşündünüz mü? Cevabı çok kolay aslında. Hadi biraz zorlayın kendinizi…