Bilişim, Demokrasi ve “15 Temmuz”
“15 Temmuz” FETÖ darbe girişiminin, hain ve vahşi bir terör eyleminin üzerinden 1.5 ay geçti. Örgütün detayları ortaya çıktıkça, o gece ve öncesindeki konuşmalar ve yazışmalar ortaya çıktıkça, kendimize ‘Allahım, aklıma mukayyet ol’ demek ihtiyacı hissediyoruz. Darbe girişimi çok şükür ki başarı olmadı. Eğer, böyle bir darbe girişimi Türkiye’yi siyasi ve ekonomik açıdan büyük bir kaosa, büyük bir belirsizlik ve felakete sürüklese idi, önümüzdeki 50, 100 yılımız heba olacaktı. Türkiye, G20 Grubu’nun bir üyesi olarak, dünya ekonomisi ve siyasetinde seçkin ülkeler ile aynı platformu paylaşan, 2015 yılında G20 Grubu toplantılarına bir yıl dönem başkanlığı yapan bir ülke olarak, bir anda ağır siyasi ve ekonomik belirsizliklerle boğuşan bir Afrika veya Asya ülkesi konumuna düşürülmeye çalışıldı. Dünya ülkeleri arasında 1. ligde olan bir ülkeyi, Avrasya’nın kaderini değiştirecek Türkiye’yi, küresel bacağı da olan bir hain darbe girişimi ile, 4., hatta 5. lige indirmeye kalktılar.
Türk toplumunun demokrasiyi sahiplenmek adına ortaya koyduğu kahramanlık, feraset, bizi büyük bir felaketten kurtardı. Türk halkının ferasetinin en önemli sac ayaklarından birisini, 14 yıllık AK Parti iktidarında, ekonomi ve demokrasi alanında yapılan reformlar ve Türkiye’nin Avrasya’nın yükselen değeri ve bölgenin en seçkin ekonomisi olarak, Türk halkına kazandırdığı özgüveni de unutmamak gerekir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinde, yüzde 65’i kamunun kontrolünde olan bir Türk ekonomisinde, 1979-1989 döneminin kişi başına milli gelirde, ortalama 2 bin dolar düzeyinde seyrettiğini gözlemliyoruz. Ne acıdır ki, 1990 ile 1993 arası 4 bin dolara çıkan kişi başına milli gelir, 1994 krizinde bin dolar gerileyerek, 3 bin dolar düzeyine geriliyor ve ardından 2000 yılı sonunda yeniden 4000 dolara çıkıp, 2001 krizinde yeniden 3 bin dolara geriliyor. Her iki ekonomik kırılma ve kriz, Türkiye’de siyasi dönüşümleri de beraberinde getirdi ve önce 1994 yerel seçimlerinde gözlemlediğimiz bu siyasi dönüşüm, 2002 yılı kasım ayındaki genel seçimlerde AK Parti’yi tek başına iktidar yaptı.
Türkiye büyümede rekorlar kırdı
Tek parti iktidarı ile birlikte hızlanan ekonomik ve demokratik reformlar, 2004 yılı aralık ayında, Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne resmi olarak ‘aday ülke’ statüsüne getirdi ve 1 Ocak 2005’den itibaren müzakerelere başlayan Türkiye Ekonomisi’nde, ekonomik büyüme hızı, 2003’de yüzde 5.3’den, 2004’de yüzde 9.4, 2005’de de yüzde 8.4′ yükseldi. 2006 yılını yüzde 6.9 ve 2007 yılını da yüzde 4.7 ile tamamladık. 2008 yılında patlak veren ekonomik kriz ile, 2008 yılının ortasından itibaren, 5 çeyrek dönem sıkıntılı bir süreç yaşayan Türk Ekonomisi, Ekonomi Yönetimi’nin aldığı başarılı karar ve tedbirlerle, 2009 yılının son çeyreğinden itibaren, küresel ekonomide, bu kadar ağır bir küresel finans krizine rağmen, yeniden pozitif büyümeye dönen ender ülkelerden birisi oldu ve bu başarının bir sonucu olarak, 2010 yılında yüzde 9.2 ve 2011 yılında da yüzde 8.8 büyüme ile, Çin ve Hindistan ile birlikte, bu kadar ağır bir küresel kriz ortamında dahi, en yüksek büyümeyi yakalayan ilk 3-4 ülke arasında olmayı başardık.
Ekonomideki bu başarı, Türk iş dünyasının özgüvenini arttırdı; Türk halkının geleceğe güvenle bakmasını güçlendirdi ve Türk ekonomisinin yakaladığı bu başarı, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında, küresel finans krizine rağmen, 2005 ile 2013 arası, yılda ortalama 12 ile 15 milyar dolar arasında doğrudan yabancı sermaye yatırımı çeken bir ülke konumuna getirdi. Sadece gelişmiş değil, gelişmekte olan pek çok ülkenin büyümede zorlandığı ve bütçe açığı ile kamu borç yüküyle boğuştuğu bir dönemde, iyi bir büyüme performansı, kamu mali disiplini ve mükemmel sermaye yeterliliği oranlarına sahip bir ülke olarak öne çıkan Türk Ekonomisi,önce 2012 yılı kasım ayında uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch, ardından da 16 Mayıs 2013 yılında Moody’s tarafından ‘yatırım yapılabilir ülke’ derecelendirme notu seviyesine yükseltildi. Türkiye, küresel ekonomide başarıları konuşulan, ‘yatırım yapılabilir ülke’ düzeyine notu yükselmiş bir ülke olarak çekim merkezi olmuşken, daha Moody’s in notumuzu yükseltmesinden iki hafta sonra, önce ‘Gezi Parkı’ operasyonuna, ardından 17-25 Aralık 2013’de ‘yargı operasyonu’na maruz kaldı. “15 Temmuz” hain darbe girişimi, küresel bacaklı olarak, FETÖ üzerinden yürütülen hain operasyonun en vahşi ve 3. ayağı olarak karşımıza çıktı.
Türk halkının özgüveni ‘çelik’lendi
Ama hainlerin ve onların küresel taraftaki ‘üst akıl’ın hesap etmediği konu, Türk halkının son 14 yılda, ortalama yaşam standardı 10 bin dolara yükselmiş, 2.5 kat artmış; özgüveni tam anlamıyla kendine gelmiş; dünyaya 160 milyar doların üzerinde ihracat yapan, dünyanın en büyük 5. turizm ülkesi haline gelmiş bir ülkenin insanları olarak, yüksek bir feraset ile, yüksek bir ‘demokrasiyi sahiplenme’ bilinciyle, böyle bir hain darbe girişimine, milyonlarca kişi olarak sokaklara dökülüp, bu hain girişimi bertaraf edecekleri idi. Ekonomik ve demokratik reformlarla yaşam standartlarının yükseldiğinin ve Türkiye’nin yeterince katma değer üretemediği dönemlerde, 1950’lerden itibaren, defalarca, laik-dindar, sunni-alevi, sağ-sol, Türk-Kürt olarak, suni ayrıştırmalarla bölmeye çalışan her türlü iç ve dış hain girişimlerin tam anlamıyla farkında olan Türk halkı, Avrasya’da yakaladığı başarıyı ‘sıfırlamaya’ dönük bu hainliği, büyük bir bilinçle demokrasiye sahip çıkarak, tankların önünde durarak, bertaraf etti. Bu büyük başarı, Türk halkının yükselen özgüvenini tam anlamıyla ‘çelik’lendirmiştir. Bu çeliklenme ile, artık dost-düşman, herkes biliyor ki, Türkiye’yi bölmeye teşebbüs edenler, Türk halkının özgüveni ve feraseti karşısında ezilmeye mahkumdur.
Bilişimin gücü bir kez daha kendini kanıtladı
Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Rahmetli Özal, telekomünikasyon alanında ilk devrimsel değişimi başlatmış siyasetçiydi. 1980’li yılların sonlarında, 7-8 yıl içinde, Türkiye haberleşme sektöründe, Avrupa’nın pek çok önde gelen ekonomisinden daha iddialı bir haberleşme alt yapısı yakalamıştı. Ne yazık ki, Soğuk Savaş’ın bittiği 1990’lı yılların başından itibaren, siyasette ‘tek parti iktidarı’nın sona ermesi ve ‘koalisyon iktidarları’ dönemine girilmesi sonrasında, Türkiye ulaştırma ve haberleşme alanında ciddi bir gerileme yaşadı ve bilişim sektöründe çok sınırlı bir ilerleme kaydedebildi. 2002 yılı kasım ayında AK Parti’nin tek başına iktidar olması sonrasında, Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığında, Başbakanımız Binali Yıldırım’ın ulaştırma ve haberleşme bakanlığını yürüttüğü dönemde, Türkiye olağanüstü bir ulaştırma ve haberleşme dönüşümü yaşadı ve bu dönüşüm, Türkiye’yi hava yolu taşımacılığında, Türk Hava Yolları’nı küresel bir marka olmaya, Türkiye’yi ise, küresel internet ağında, 120 ülkenin kavşak noktası olma noktasına taşıdı.
Türk toplumunun teknoloji ve akıllı cihazlara yatkınlığı, bilişim ve teknoloji alanında önemli bir mesafe kat etmemizi sağladı. Mobil cihaz penetrasyonu, mobil internet kullanıcı sayısı, internet ve genişbant kullanan abone sayıları itibariyle, dünyada en ciddi çıkışı yakalayan ülkeler arasında yer aldık. Bu performansımız,”15 Temmuz” hain darbe girişiminde, Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye’nin teknolojik alt yapısını kullanarak, özel sektör haber kanallarından Türk halkına hitap etmesi ile, Sayın Başbakanımızın bunun hain bir kalkış olduğunu duyurması ile, Türk halkının ‘demokrasi’ye sahip çıkması adına, tankları ve silahlı teröristleri durduğu bir kahramanlığa dönüştü. Bu noktada, gsm operatörlerinin, Türksat’ın, dijital yayın platformlarının o gece ortaya koydukları performans, yayınların kesilmemesi için verilen mücadele, Türksat’ta yayınların kesilmemesi adına, Demokrasi Şehidi olan kahramanlar, Türkiye’nin ‘bilişim’ alanında attığı başarılı adımların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdiler.
Bu durum, Türkiye’nin bilişimde, ulusal genişbant stratejisinde, Türkiye’nin dört bir yanının en az 600 bin ile 1 milyon kilometre fiberoptik kabloyla donatılması, inovasyon ve yüksek katma değere yönelik teknolojilerde, yapay zeka, siber güvenlik alanlarında, mobil katma değerli servislerde daha atması gereken ne kadar adımı olduğunu ve bu adımları geciktirebilecek bir saati bile olmadığını gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan doğru ve zamanında müdahalesi ile, ‘4.5G’ olarak gerçekleştirilen gsm şebeke ihalesinin, 5G teknolojisinin de önünü açarak, Türkiye’yi 2023 hedeflerine taşıyacak yol haritası açısından ne kadar kritik önemde olduğunu bir kez daha gözlemlemiş olduk. Bu noktada, mobil teknoloji alanında, dünya ile rekabet edecek alt ve üst yapıları oluşturmak ve sektöre yönelik regülasyonlarda, artık ‘köhneleşen’ Avrupa’ya bakmak yerine, küresel rekabette fark atan Asya ekonomilerini daha fazla dikkate almamız gereken bir dönemden geçiyoruz. 15 Temmuz hain darbe girişiminin tüm unsurları bertaraf olduktan hemen sonra, bu konulara odaklanmamızda sonsuz yarar var.
Prof. Dr. Kerem Alkin – 1 Eylül 2016