Sosyal Mezarlıklar

12 Kasım 2011 0 Yazar: Musa Savaş

İnsanoğlunun son icadı sosyal medya ile ilgili gaz vermeler son hızla devam ediyor. Görünen o ki bu gaz vermeler bir kaç yıl daha devam edecek. Sosyal medya alanında son üç yıl içinde oluşan gaz ve toz bulutu içinde tabii ki bir anda ortalık sosyal medya uzmanı ile doldu. Nerede yetişti bunlar bu kadar kısa sürede. Hangi toprağın veya hangi seranın malı bunlar. Organik mi, yoksa hormonlu mu, ayır ayırabilirsen.

Ben kişilik olarak içselleştiremediğim şeyi yapamayan bir insanım. Yani ben yapmayı istemedikten sonra dünyanın en kolay fakat en kazançlı işini önüme koyun elim gitmez, yapamam. Bu sosyal medya konusunda da hep içimde bir şeyler tekliyor eksik kalıyor. Öncelikle ismine takılıyorum. Neden “sosyal medya”? Bildiğimiz medya asosyal mı ki, bu yeni medya mecrasına sosyal medya diyerek bildiğimiz medyayı her konuda küçümsüyoruz. Dikkat edin “sosyal medya” diyerek iki açıdan bildiğimiz medyayı yerin dibine batırıyoruz. Birincisi geleneksel medyamızı asosyal olmakla suçluyoruz. Neymiş efendim bu yeni medya mecrasında iletişim tek taraflı olmuyor. Herkes yorumları ile sürece katkıda bulunuyor. İyi de geleneksel medyada da okurlar sürece mektupları ve faksları ile katılıyorlardı. Tek farkı bu yeni mecrada zamandan kazanılması. Kimse çıkıp bana geleneksel medya asosyal demesin. Aksine geleneksel medya sosyal bir medyadır. Çünkü haberin oluşturulması için yüz yüze görüşmelerin çokça yapıldığı bir medya. Benim sosyallikten anladığım insanların yüz yüze ve bireysel olarak veya gruplar halinde iletişim kurmasıdır. Başka bir tanımı varsa bana öğreteceğinizden eminim. İkinci olarak medya kelimesinin başına getirdiğimiz sosyal kelimesi ile medyanın tek başına yetersizliğini bilinçaltına kazımıyor muyuz. Medya kelimesi çok mu yetersiz bir kelime ki onu sosyal kelimesi ile güçlendirdiğimizi sanıyoruz. Defalarca söyledim yine söylüyorum medya medyadır. Bunun asosyalı olmamıştır ki sosyalı olsun. Bugün medyayı çok iyi bilen yazar çizer tayfası bile çıkıp sosyal medya diyerek sanki medya, sosyal medyanın bir alt kategorisiymiş gibi gösteriyorlar. Yapmayın beyler. Sosyal medya, medyanın bir alt kategorisidir. İnsanların kafasını karıştırmayın.

Nitekim farkında değil misiniz? Bu sosyal medya dediğiniz olgu aslında insanları asosyal yapıyor. Herkesi bilgisayar başına hapsediyor. Habire yaz dur. Nereye kadar? Koskocaman bir deryanın ortasında istediğin kadar “İmdat!” diye bağır. Seni kim duyabilir ki? Azrail’den başka. Farkında değil misiniz hepimiz kah cep telefonlarımızdan kah bilgisayar başından habire bir şeyler paylaşan zombilere döndük. Geçenlerde yeni nesilden bir genç arkadaşla konuşuyordum. Kendini sosyal medya uzmanı olarak tanıtıyor. Şaka bir tarafa iş yapıyor. Para kazanıyor. Bana dedi ki: “Abi senin Face’te kaç arkadaşın var?” Ben “360’ın biraz üstünde” deyince yüzüne acayip bir gülümseme yayıldı. O gülümsemenin ne anlama geldiğini biliyorum ama bozuntuya vermedim (Bu olay beş yıl önce olsaydı o gülümsemeden dolayı kesin onu orada döverdim). Oturduğu koltukta geriye yaslandı ve kahvesini yudumlamak için ağzına götürürken tok bir sesle “Benim 4.250” dedi. Ben “Ooo… bayağı çokmuş…” dedim ve ekledim “Bugün ölsen kaçı cenazene gelir?”. Şöyle bir durdu. “Nasıl yani?” dedi önce. Sonra bir şeyler geveledi ve nihayetinde “Bilmiyorum, herhalde hiç biri gelmez” dedi. “O zaman neyi konuşuyoruz” dedim. “Farkında değil misin? Ölmüşsün. Bir sosyal mezarlıktasın. Tekrar ölemeyeceğin için cenazene kimse gelemiyor. Kurtar kendini bu mezarlıktan. Dünyaya bak. Evrene bak. Gerçek dünyada olduğun halde bu dünyada yaşamıyorsun. Gerçek dünyada zaten bir hiçsin. Sen bunu farkında değilsin. Üstelik kendini sanal (aslında siber) dünyanın en büyük mezarlıklarına gömmüşsün. Sana Face’ten bir Fatiha gönderirim.” dedim ve kalktım gittim.

Şöyle bir düşünün bu sosyal medyada nedense diğer medya araçlarının sıcaklığı veya telefonun sempatikliği yok. Çünkü insanın konuşurkenki ses renginden onun samimiyetini anlarsınız. Fakat yazdıklarından samimiyetini anlayabilir misiniz? Nazım Hikmet ve Abidin Dino bugünleri görseydi eminim Abidin Dino’ya şöyle derdi: “Sen Facebook’ta mutluluğu yakalayabilir misin Abidin?” Bir düşünün bakalım benim şu yazdıklarımda ne kadar samimi olduğumu nasıl ölçebilirsiniz?

(Bu yazının bir kısmı 13 Mart 2011 tarihli Para dergisinde yayınlanmıştır.)