Enerji ihtiyacı nükleersiz nasıl çözülür?
Bilişim işiyle uğraştığımız için herkes beni teknik adam sanıyor. Yazıma başlamadan önce belirtmek istiyorum. Ben mühendis falan değilim. Sadece ekonomistim. Diğer ekonomistlerden tek farkım bilgisayarlarla herkesten önce (1983) tanışmam. Dolayısı ile şimdi değineceğim konunun uzmanı değilim.
Bildiğiniz gibi gerek ülkemizin gerekse de tüm dünyanın enerji ihtiyacı sürekli artıyor. Özellikle ülkemizde nükleer santral yapımı düşünceden çıktı fiiliyata dökülmeye başlandı. Nükleer enerji genel itibariyle yeşil ile dost. Fakat içerisinde taşıdığı çok düşük kaza riskinin gerçekleşmesi halinde tüm dostluğunu kaybediyor. Çünkü çok düşük olan bu kaza riskinin gerçekleşmesi santralin çevresinde nükleer bir yıkıma sebep oluyor. Herkeste bundan korkuyor.
Nükleer enerji olmadan mevcut enerji nasıl yeterli hale getirilir? Daha az enerji kullanarak değil. Bu cevap insanlığın beklentilerine ters. Çünkü insanlık bedeli ne olursa olsun hep gelişmeden ve büyümeden yanadır. Mustafakemalpaşa’ya (Bursa) gittiğimde yakınlarım bana birisinden öyle bahsettiler ki tanışmak istedim. Güneş batmak üzereyken işyerine götürdüler. Bizi “Dr. Moreau’un adasına hoş geldiniz” diye karşıladı. İlk bakışta fark edilmiyor ama kendisi anlatınca bahçesindeki deneylerin sonuçlarını görüyorsunuz ve neden Dr. Moreau’un adası (H.G. Wells) dediğini o zaman anlıyorsunuz.
Enerji konusunu ise ofisine geçtiğimizde gösterdi. Hani bizim tabirle derler ya tam “Bomba Haber!” Sert lokum kıvamındaki hücrelerle ekran kapağı kaplanmış bir dizüstü bilgisayar düşünün. Üstünde kablo falan yok. Bilgisayarı açıp çalışıyorsunuz. “Bunlar nedir?” diye sorduğumda aldığım cevap beni şaşırttı. “Bu hücreler bulunduğunuz ortamdaki ışığı (güneş, ampül veya füloresan fark etmiyor) alarak enerjiye çevirip dizüstü bilgisayarın pilini şarj ediyor.” Şaşırdım. Çünkü güneş enerjisini anlarım, gün ışığını da anlarım. Fakat lamba ışığı beni şaşırttı. Gerçi yaptığı ürün henüz endüstriyel tasarımını tamamlamamış biraz kabaca ham bir ürün ama çalışıyor. Uzun bir sohbete başladık.
Konunun özü şu. Bu arkadaşın yaptığı enerji dönüştürücü endüstriyel bir hale dönüştürülürse sürekli artan enerji ihtiyacı ülkemiz özelinde ama dünya genelinde ortadan kalkacaktır. Bir hayal edin. Odanızdaki yanan lambanın ışığı ile şarj olan cep telefonu, dizüstü bilgisayar, hatta televizyon. Yani ışığa dönüşen elektrik enerjisini, yeniden elektriğe dönüştürüyorsunuz. Diğer bir deyişle arıtılarak yeniden kullanılan su gibi. Hadi biraz daha uçayım. Elektrikli otomobiller hayatımıza hakim olsa sokak lambalarından ve birbirinin farlarından şarj olan arabalar. Ben şunu anladım. Işığa dönüşen elektrik aslında kaybolmuyor sadece form değiştiriyor. Yeniden elektriğe dönüştürülmesi mümkün. Elektriği ne zaman televizyonda, cep telefonunda veya bilgisayarda kullanıyoruz işte o zaman gerçek anlamda tüketmiş oluyoruz.
Ben kendisine bu çalışmasını ülkemizin hizmetine sunmak için neden girişimde bulunmadığını sordum. Verdiği cevap “Bu stratejik bir ürün. Aynı petrol gibi. Kurulu bir düzene çomak sokmak gibi. Bu yüzden çekiniyorum. Bu çalışmayı ülkemin hizmetine sunabilmem için doğrudan ilgili Bakana veya Başbakana anlatmam lazım. Yoksa hayat tecrübem bana gösterdi ki bürokratlarda boğuluyorsunuz.”
Erciyes Üniversitesi mezunu olarak ben, Kayserili olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olan Taner Yıldız’a seslenmek istiyorum. “Sayın Bakanım, bu çalışma benim gördüğüm kadarıyla sadece ülkemizin değil tüm dünyanın kaderini değiştirecek gibi görünüyor. Ayrıca bu çalışma şu aşamada özel sektöre bırakılmayacak kadar da stratejik. Arkadaşın çalışmasını size anlatması için bir fırsat verin. Saygılarımla.”
Sesimizin ulaşması dileğiyle…
(Bu yazının bir kısmı 19 Ağustos 2012 tarihli Para dergisinde yayınlanmıştır.)